Son günlerde gündemi sarsan bir olay, toplumun güvenlik algısını yeniden sorgulattı. Sinem adlı genç bir kadın, sevgilisi tarafından hayatı sona erdirildi. Sinem’in ailesi, cinayet öncesinde yaşanan şiddet olayları üzerine uzaklaştırma kararı aldırmıştı. Ancak bu karar, sienin hayatını kurtarmaya yetmedi. Sinem’in katili, güvenlik önlemlerini hiçe sayarak evine balkondan tırmandı. Bu tür acı gerçekler, Türkiye’deki kadın cinayetleri ve şiddete karşı alınan önlemlerin ne denli yetersiz olduğunu gösteriyor.
Sinem’in ailesinin aldığı uzaklaştırma kararı, birçok kişi için bir umut ışığı olarak algılandı. Ancak uygulamada bu tür hukuki kararların ne kadar geçici bir çözüm olduğuna dair bir çok örnek vardır. Uzaklaştırma kararları, çoğu zaman failin yalnızca kurbanı izole etme aracı olarak kullanmasına neden olmaktadır. Sinem de bu durumdan nasibini aldı; gözü dönmüş bir katilin, cezalandırıcı değil, caydırıcı bir etki yaratmadığını hepimiz bir kez daha gördük. Türkiye’de her 10 kadından 4’ü, hayatları boyunca herhangi bir fiziksel ya da cinsel şiddete maruz kaldıklarını söylüyor. Bu oran, sadece istatistiksel bir rakam değil, aynı zamanda bir tehlikenin, bir can kaybının habercisidir.
Cinayet sonrası ortaya çıkan tepkiler, toplumun şiddete karşı olan duruşunu net bir şekilde gözler önüne serdi. "Kadına Yönelik Şiddet Durmasın" adı altında sosyal medyada başlatılan kampanyalar, dikkat çekse de gerçeği değiştirmiyor. Toplumda cinsiyet eşitsizliği, kadınların maruz kaldığı şiddeti körüklüyor. Uzaktan bakıldığında bu tür olaylar, adeta birer sinema filmi sahnesine benziyor; ama gerçek hayatta, her gün yaşanan kayıplar, bu tür acı dolu öykülerin altında yatan gerçeklerdir. Yine de, her felaketin bir ders çıkarmamız için bir fırsat olabileceğini unutmayalım. Sinem’in acı durumu, kadın cinayetlerine karşı verilen savaşta daha fazla sayıda önlem alınması gerektiğini bir kez daha gözler önüne seriyor.
Sinem’in kaybı, birçokları için bir dönüm noktası gibi görünebilir. Sonuçta, bizlerin her birinin korumakla yükümlü olduğu değerli yaşamlar var. Bu tür olayların bir daha yaşanmaması için toplumun her kesimine büyük sorumluluklar düşüyor. Eğitimin önemi, farkındalığın artırılması ve yasaların keskinleştirilmesi, elzem hale gelmiştir. İşte burada, yalnızca kadınların değil, tüm bireylerin bu konular üzerinde daha fazla düşünmeleri ve harekete geçmeleri gerekiyor.
Kadına yönelik bu tür şiddet olaylarının son bulması için toplumsal dönüşüme ihtiyaç var. Bu yüzden, yalnızca kadınları değil, erkekleri de sürecin içine alarak birlikte harekete geçmeliyiz. Sinem’in hikayesiyle birlikte, her kadının kıymetli olduğu ve hiçbirinin yalnız olmadığını hatırlatmak zorundayız. Çünkü farkındalık oluşturduğumuzda, bu tür trajedilerin önüne geçebiliriz. Artık bunu görmek zorundayız: Kadınlar, hayatın her alanında olduğu gibi, güvenli bir yaşamı da hak ediyor. Bu noktada, herkesin destek vermesi gereken bir mücadele içindeyiz.
Bu tür üzücü olayların yaşanmaması için ne gerekiyorsa yapılmalı. Her birey, birer avukat, birer savunucu olmalı. Sesimizi daha fazla duyurmalıyız; çünkü Sinem gibi daha fazla hayat, daha fazla umut kaybolmasın diye çaba sarf etmek her birimizin görevi olmalı. Duyarlılığımızı artırdığımızda ve bu tür durumlar karşısında harekete geçtiğimizde, belki de bir gün kadın cinayetleri tarih olur. Herkesi bu mücadeleye davet ediyor, Sinem gibi genç kadınları için, daha güzel bir dünya inşa etmek adına birlik olmaya çağırıyoruz.